İlki Mart sonundaydı: Tire pazarı, Şirince, Aziz Nesin Matematik Köyü... İkincisi ise geçen haftaydı: 22. İzmir Kitap Fuarı, Dostlar Fırını’ndan boyoz, Reyhan Pastanesi, Hisarönü Söğüşçüsü’nde beyinsiz, Doy Doy, Alsancak, Kordon, Karşıyaka’ya yerleşme niyeti...
Baharın ikinci Ege seferinden dönmüş; gözümü, ruhumu, midemi, her bir hücremi doyurmuş olarak başlıyorum bu satırlara...
İlki, mart sonundaydı. Dört 'kız' pazartesi sabahı Yenikapı feribotuna binmek üzere buluşmuştuk. İstikamet Tire pazarı, heyecan zirveydi.
Doğa daha o çıldırtıcı yeşilliğine tam kavuşmamış ama hararetli muhabbetten bir anı bile sıkmayan yol, su gibi akmıştı.
Öğle yemeğini İzmir Kemeraltı'ndaki Hisarönü Söğüşçüsü'nde almış; duvarda asılı yazıyı yazanın ben olduğuma "Yaa yaa tabii tabii" diye gülüp geçmelerine ve hemen bitişikteki Hisarönü balık pişiricisinden gelen ızgara sardalyalara bayılmıştık.
Ertesi günkü Tire pazarına giderken İzmir trafiğine maruz kalmamak için Selçuk'ta kalacaktık. Güneş batmadan, Şirince'ye uzandık. Buranın adını kalabalıklara duyurmasıyla ve köye hâkim manzarasıyla Nişanyan Evleri'ne uğramadan olmazdı. Ama asıl hedef Aziz Nesin Matematik Köyü'ydü.
Ali Nesin'in hayata geçirdiği baba hayali, bu civarın en manalı, en hayranlık uyandıran yeriydi. Şeftali ağaçlarıyla dolu yolda yürümek, adım atmadan önceki tembelliğimizden utandırdı ve büyük keyif verdi doğrusu.
Matematik Köyü ise fikir, hayal, emek ve desteğin bir araya gelince nelere kadir olduğunun ispatıydı.
Akşam yemeği için yine Şirince'deki Güllü Konakları'na gittik. Göz okşayan detaylarla dolu bu son derece zevkli dekore edilmiş mekândaki yemekler de ortalamanın çok çok üstündeydi.
Hayatımın açık ara en nefis oğlağı diyeyim kısaca...
Ertesi sabah erkenden kalkıldı çünkü Tire pazarının fethi öncesi, bura raconuna uygun olarak önce çorba içilecekti:
Taktak çorbası. Üstüne de Taktak kebabı. Sabah kahvaltısında âdet böyleydi. Ali Usta, Babaoğlu, Yıldız...
Esnaf ve yöre halkı, sabaha karşı açılıp öğlene doğru kapanan bu dükkânlardaydı.
Limonu sıktık, kırmızı biberi bastık ama aradığımız beyran benzeri tadı pek de bulamadık açıkçası...
Ama Tire pazarı, tam bir 'anlatılmaz, yaşanır' hal. Bir bahar müjdesi, şenliği, cümbüşü... Mart sonu-nisan başı ideal zamanı... Hardalotu, turpotu, kuzukulağı, ısırgan, çağla, taze sarımsak...
Bunların az önce toplanmışlarını, yeşilin sahiden de 50 tonunu, nergislerle, papatyalarla aynı tezgâhlarda tahayyül edin (En körpe karnabaharları, çıtır kabakları saymıyorum bile)... En çok da kolay kolay her yerde bulunmayan zarif yabani kuşkonmazı...
Sarmaşık, tatlı filiz, izbinya gibi isimleri de olan yabani kuşkonmaz, azıcık kavrulunca, hele ki yumurtalı, olağanüstü oluyor.
Dönüş yoluna çıkmadan önce finali Kaplan Dağ Restaurant'ta yapacaktık.
Dağların eteğindeki vadiye bakan ve hakikaten nefes kesen yekpare manzarasıyla, deli konumda bir yer burası.
Saatlerce, neredeyse günlerce oturup keyif yapılabilir. Refakatçiler de boş değil: Taze otlarla yapılmış envaiçeşit mezeden Tire köftesine, otlu börekten karadut suyu hatta sübyeye... Üstelik de İstanbul fiyatlarıyla kıyaslandığında bahşiş gibi kalan hesaba...
Tire pazarı konseptli ilk Ege gezimizin tadı damağımızda kalmış biçimde, araba tıklım tıklım erzakla dolu, seneye aynısını mutlaka tekrar etme sözüyle döndük.